ABDEST: Su ile yapılan, yüzü, kolları, ayakları yıkamak ve başı da mesh etmekten oluşan özel bir temizliktir. Abdestin maddî - mânevî birçok faydaları vardır.


Şâfiî mezhebinde abdestte sıraya riayet farzdır.
Öyle olunca, sıra terkedilirse farz terkedilmiş olunur, abdesti yenilemek gerekir.

Hanefî’de ise, sıraya riayet sünnettir. Bu itibarla yıkamalarda atlamalar olsa, önceki sonraya sonraki öne alınsa bir şey lâzım gelmez.
Abdest geçerli olur, namaz da.

!!! İmamlık yapacak olanlar, cemaat içinde Şâfiî kimsenin de bulunacağını düşünerek abdestlerini alırken onların mezhebine göre de bozulmayan şekilde almaları gerekmektedir.

Abdest Alma Sırası

1-Niyet edilir.

2-Eller yıkanır.

3-Ağız çalkalanır.

4-Burun temizlenir.

5-Yüz yıkanır.

6-Kollar yıkanır.

7-Baş mesh edilir.

8-Kulaklar temizlenir.

9-Boyun mesh edilir.

10-Ayaklar yıkanır.


SAHABE:
Hz. Peygamber’in sohbetine katılanlara verilen isim.

Sözlükte “bir kişiyle birlikte bulunmak, onunla dost ve arkadaş olmak” anlamındaki sohbet kökünden türeyen sahâbe sâhibin çoğuludur. Sahâbe ile birlikte ashâb da sıkça kullanılmaktadır.
Sahabi kelimesi sözlükte dost, veli anlamına gelmektedir.



AŞERE-i MÜBEŞŞERE:
Hz. Peygamber tarafından cennete girecekleri daha hayatta iken kendilerine müjdelenen on sahâbîye verilen isim. Bu on sahâbî:


1- Hz.Ebû Bekir,
2- Hz.Ömer,
3- Hz.Osman,
4- Hz.Ali,
5- Hz.Talha b. Ubeydullah,
6- Hz.Zübeyr b. Avvâm,
7- Hz.Abdurrahman b. Avf,
8- Hz.Sa‘d b. Ebû Vakkās,
9- Hz.Ebû Ubeyde b. Cerrâh
10- Hz.Saîd b. Zeyd’dir.


Tamamı ilk müslümanlardan olan bu on sahâbî Hz. Peygamber’e ve İslâm’a büyük yardımlarda bulunmuşlardır. Bedir Savaşı’na ve Beyatürrıdvân’a katılmışlardır. Beyatürrıdvân’da bulunamayan Hz. Osman adına bizzat Hz. Peygamber iki elini birbirine kavuşturarak biat etmiş, onu da biata katılanlardan saymıştır. Allah’ı ve resulünü sevdikleri bizzat Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır. Allah yolunda Allah’a düşman olan yakınlarına karşı savaşmaktan çekinmemişlerdir.


HULEFÂ-yi RÂŞİDÎN:
Hz. Peygamber’den sonraki ilk dört halifeye verilen isimdir. ( 632-661 yılları arası )

İslâm tarihinde Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra Hz. Ebû Bekir’e biat edilmesiyle başlayan, daha sonra Hz. Ömer ve Osman’ın hilâfetleriyle sürüp Hz. Ali ile sona eren döneme Hulefâ-yi Râşidîn devri denilir.

Hulefâ halîfe kelimesinin, râşidîn ise “doğru yolda olan, doğruya ve hakka sımsıkı sarılan, kemale ermiş” anlamındaki râşid kelimesinin çoğuludur. Söz konusu adın verilmesinin sebebi sahâbîden İrbâd b. Sâriye’nin rivayet ettiği, sünnetine uymanın ve bunun sınırlarını râşid halifelerin sünnetini de içine alacak şekilde genişletmenin gerekliliğini belirten Hz. Peygamber’in uzun bir hadisiyle açıklanmaktadır. Bu hadiste Resûlullah kendisinden sonra yaşayacaklara hitaben, “ Herhangi bir ihtilâfla karşılaştığınızda size düşen görev, benim sünnetime ve hulefâ-yi râşidînin sünnetine uymaktır. ” demiştir.

BİAT: Bağlılık bildirmeyi sağlayan karşılıklı anlaşma.

RIDVAN BİATI: Hicretin 6. yılında ashabın Hudeybiye’de sahabenin Hz. Peygamber’le yaptıkları biattır.

Mekke’nin fethinden iki yıl önce, Hz. Peygamber gördüğü bir rüya üzerine ashabıyla birlikte umre yapmak için Medine’den Mekke’ye hareket etti ve Mekke’ye 17 km. mesafede bulunan Hudeybiye Kuyusu yanında konakladı. Bunu haber alan Mekkeli müşrikler müslümanların şehre girmesine engel olmak için Hâlid b. Velîd kumandasında 200 kişilik bir süvari birliği hazırladılar.
Hz. Peygamber kimseyle savaşmak istemediklerini, yalnızca umre için geldiklerini ve yanlarında getirdikleri develeri kurban edip döneceklerini Mekkeliler’e bildirmek üzere Hırâş b. Ümeyye el-Kâ‘bî’yi ve ardından da Hz. Osman’ı gönderdi. Ancak Kureyşliler bu ziyarete izin vermeyeceklerini kesin bir dille ifade ettiler.

Hz. Osman’ın öldürüldüğü şeklinde haber gelmesi üzerine Hz. Peygamber müşriklerle savaşmadan oradan ayrılmayacaklarına dair ashabından biat almaya karar verdi ve Hudeybiye’deki ikameti sırasında gölgelendiği “semure” denilen çöl ağacının altında ashabından, “savaştan kaçmamak üzere” söz almıştır. Bu olaya BEY‘ATÜRRIDVÂN ( RIDVAN BİATI ) denir.


TEFSİR:
Kur’an âyetlerini yorumlama ilmi ve bu alandaki eserlerin ortak adıdır.
Sözlükte “açıklamak, beyan etmek” anlamına gelmektedir.


Tefsir Kur’an lafzı ile kastedilenin ne olduğunu kesin olarak bildirmek ve Allah üzerine, sözden kastedilen anlamın o olduğu hususunda şahitlikte bulunmaktır.

!!! Mânayı kesinlikle bildiren bir delil ortaya konursa bu geçerli bir tefsirdir, aksi takdirde yapılan iş kişisel görüş ile yapılmış tefsir olur ki bu yasaklanmıştır.